26 Aralık 2013 Perşembe

DEPRESİF NÖBET

Hafif, orta veya ağır nöbetlerin görüldüğü depresif nöbet, bir duygudurum bozukluğu olarak biliniyor. Depresif nöbet bozukluğunda, duygu durum çökmesi, enerji azlığıfiziksel aktivitelerde azalmahaz alma kapasitesinde düşme, ilgi ve konsantrasyon kaybı, iştah kaybı, kayda değer bir yorgunluk, cinsel istekte azalma, olağan zamandan sabahları saatler önce uyanma gibi uyku bozukluklarısabahları daha çok kötüleşen depresyon hali, kendine güvende azalma ve iştah azalması sık görülüyor. Bazı suçluluk fikirleri veya değersizlik düşünceleri sık bulunuyor. Duygu durum çöküntüsü günden güne küçük değişiklikler gösteriyor. Olaylara cevapsız kalınıyor. Gurur ve özgüven hemen hemen her zaman azalıyor ve en hafif şekillerinde bile kişide çoğu zaman kendini suçlu ve değersiz görme gibi fikirler oluşuyor. Çökkün ruh hali günden güne çok az değişiklik gösteriyor.
BİRÇOK TİPİ VAR…
(1) Hafif depresif nöbette, yukarıdaki belirtilerin iki veya üçünden fazlası o anda genellikle oluyor. Kişi genellikle bu belirtilerden dert yanıyor ama aktivitelerini sürdürebiliyor. (2) Orta depresif nöbette, yukarıdaki belirtilerden dört veya daha fazlası tabloya eşlik ediyor. Kişi olağan aktivitelerini sürdürmede zorlanıyor. (3) Psikotik belirtisiz ağır depresif nöbette, ağır belirti veren depresyon nöbetleri belirgin oluyor. Çok sıkıntıda olan kişide kendine güven kaybı tipik olarak ortaya çıkıyor. Değersizlik ve suçluluk hissi tabloya eşlik ediyor. İntihar düşüncesi ve eylemleri sıkça görülüyor. Ruhsal zorlanmaya tepki olarak, olağan bedensel duyumlara olağandışı duyarlılık olarak ya da yalnızca kültürel bir ifade tarzı olarak somatik belirtiler (Karın ağrısı, baş dönmesi, sırt ağrısı, bayılma nöbetleri, nefes darlığı, kabızlık ya da ishal, vb.) ortaya çıkar. (4) Psikotik belirtili ağır depresif nöbette, yukarıdaki tabloya ek olarak hallusinasyonlar (Ruhsal bozukluklarda sıklıkla karşılaşılan bir durum olan varsanı, bir his organını uyaran hiçbir nesne veya uyarıcı olmaksızın, alınan bir sanının varlığına inanma durumudur.), hezeyanlar (Saçma sapan konuşma, saçmalama.)psikomotor gerilik  (Fiziksel yapıda ve sinir kas işlevlerinde bozulma)  tabloya hâkim olabiliyor. Bu durumdaki kişi, istirahat halinde bilinçsiz oluyor. Kuvvetli bir dış uyaran ile yüzde ağrı mimikleri görülebiliyor veya inleme sesi gibi tepkiyle cevap verilebiliyor ama anlamlı cevap alınamıyor. Olağan sosyal aktivitelerin imkânsız olduğu bu durum ağır “stupor” tablosu olarak biliniyor. Hayatı tehlikeye atan intihar, dehidrasyon (İnsan bedenin aşırı derecede sıvı kaybetmesi)  veya açlık ağır durumlarda tabloya eklenebiliyor.
TEDAVİSİ MÜMKÜN…
Depresif nöbetlerde çoğu zaman serotonin ve noradrenalin üzerinden etki yapan antidepresan ilaç tedavisi ve buna ek olarak duygular, düşünceler ve davranışlar üzerine odaklanan psikoterapi tedavide birlikte yeterli olabiliyor. Bilişsel olumsuzlukları ve öğrenilmiş çaresizlik düşüncelerini gidermeye yarayan psikoterapi, iyileşmeyi hızlandırıyor ve tekrarlayabilen bir ruhsal bozukluk olan depresyonun tekrarını önleyebiliyor. Çünkü terapi ile kişinin farkındalığı artıyor, egosu güçleniyor ve depresyonu engelleyecek başa çıkma yöntemleri öğrenilebiliyor. Depresyonu oluşturan nedenlere yönelik olarak psikososyal stres faktörlerinin ortadan kaldırılması süreç içerisinde iyileşmeyi hızlandırıyor. Ancak depresyon tedavisinin mutlaka psikiyatrist kontrolünde yapılması ve intihar riski olanların hastaneye yatırılması gerekiyor.
DEPRESYONLA MÜCADELE YÖNTEMLERİ…
Belli aralıklarla nefes alıp verme yoluyla rahatlama, bir yere uzanarak baş kısmından başlayarak ayaklara kadar bölge bölge gevşeme, yoga, düzenli ve sağlıklı beslenme, hobi edinme ve hobilere vakit ayırma, ruhsal sorun yaratan durumların nedenlerini araştırıp bulma ve ortadan kaldırma, duyguları açık ve uygun bir şekilde paylaşma, kısa bir tatile çıkma, sosyal destek alma, iletişim becerilerini güçlendirme, düzenli spor yapma gibi etkinlikler depresyonla mücadelede çok işe yarıyor.

17 Aralık 2013 Salı

MASKELİ DEPRESYON

Çökkünlük durumu olarak bilinen depresyon, hayatın her döneminde herkes tarafından yaşanabiliyor ve utanılacak bir durum değil… Duygusal, davranışsal, bedensel ve zihinsel bir takım değişikliklerle kendisini gösteren depresyonun en belirgin özellikleri arasında, hayattan keyif alamama, kendini değersiz, yetersiz ve çaresiz hissetme, iştah bozuklukları ve uyku sorunları yaşama yer alıyor. Erken teşhis edilemeyerek ya da önemsenmeyerek bir terapiste başvurulmadığı takdirde, kronik yorgunluk, halsizlik, sessiz kalma ve ağlama nöbetleri tabloya eklenebiliyor. Ama bazen bu belirtiler görülmeyebiliyor. Terapistler buna “maskeli depresyon”“bedenselleşmiş depresyon” veya “örtük depresyon” adını veriyor. Yani kişi gerçekte bedensel bir hastalığı olmadığı halde fiziksel rahatsızlıklar ve ağrı çekiyorsa maskeli depresyonda olabiliyor.
MASKELİ DEPRESYON KENDİNİ NASIL BELLİ EDİYOR?
İnsan bedenen sağlıklı olduğu halde, kendini hasta hissedip bir hastalığın tüm ağrılarını çekebilir mi? Yani gerçekte fiziksel bir hastalığı olmadığı halde, fiziksel yakınmalarla hastaneye başvurabilir mi? Evet, böyle bir tablo olabiliyor. Özellikle öfkesini bastıran kişilerde görülen maskeli depresyon normal depresyondan farklı olarak ruhsal sıkıntılar yerine fiziksel belirtilerle kendini gösteriyor. Örneğin kronik bel veya baş ağrısı, mide ve bağırsak ile sıkıntılar (ishal, kabızlık, şişkinlik, gaz), baş dönmesi, başta ağırlık gibi baş bölgesi ile sıkıntılar, nefes darlığı, nefesin yetmemesi, kalpte sıkışma, kalp atışlarının hızlanması, kaslarda ve eklemlerde ağrı olabiliyor. Bu şekilde kendini gösteren bedensel sıkıntıların altında ruhsal problemlerin yatabiliyor. Maskeli depresyonda beyindeki seratonin salınımı azalıyor, bu nedenle kişi kendini mutsuz, halsiz, çaresiz ve değersiz hissetmeye başlıyor. Seratonin hormonu ağrı kesici özelliği var… Seratonin salınımı azaldığı zaman insanların ağrıları artıyor. Maskeli depresyondaki ağrılar bununla ilgili…
NASIL ANLAŞILIYOR?
Kadınlarda erkeklere göre daha çok yaşanan maskeli depresyon daha çok orta yaş ve ileri yaşlarda daha sık görülüyor. Maskeli depresyona sahip kişiler genellikle fiziksel şikâyetleri için hekime başvuruyor ve ilaç tedavisine alınıyor ama depresyonda oldukları anlaşılamıyor. Hekimler vücudun çeşitli yerlerindeki ağrı ve sızılardan dolayı depresyon tanısını koyamadığı gibi ruhsal bir sorun olduğunu da fark edemiyor. Eğer hekim fiziksel şikâyetleri açıklayacak bir durum tespit edemezse ve maskeli depresyon konusunda bilgiliyse, kişiye ruh haliyle ve kendini nasıl hissettiğiyle ilgili sorular sorabiliyorsa, onun maskeli depresyonda olduğu anlayabiliyor ve bir terapiste veya psikiyatri uzmanına sevk edebiliyor. Ancak çoğu zaman fiziksel belirtilerin ön planda olduğu maskeli depresyonda kişi depresyona girdiği bilincine sahip olamıyor. Fiziksel belirtiler özellikle sabah saatlerinde ortaya çıkmakla birlikte, kişide genel bir yorgunluk hali ve keyifsizlik olarak görülüyor. Diğer depresyon çeşitlerinin aksine, maskeli depresyon kişinin sosyal çevresinden uzaklaşmasına, ikili ilişkilerinde sorun yaşamasına ve yalnızlaşmasına neden olmuyor. Bu nedenle tanı koymak zor oluyor.
NEDENİ DAHA ÇOK RUHSAL ÇATIŞMALAR VE İFADE EDİLMEMİŞ DUYGULAR…
Kişi, bilinçdışı olarak, farkında bile olmadan, ruhsal gereksinimlerini ve duygusal çatışmalarını, söze koymak yerine beden dili ile ifade ettiğinde maskeli depresyon ortaya çıkabiliyor. Yani psikolojik ihtiyaçlar ya da duygusal çatışmalar, beden dili ile kendini gösteriyor. Sevgi, dokunulma ve değer ihtiyacının karşılanmamasıyla ilgili çelişkiler ve ikilemler akciğer hastalıkları ve deri ile ilgili hastalıklarda daha çok ortaya çıkıyor. Ağrı ve acı hissedilmesi geçmişte öfkenin bastırıldığına ilişkin ipuçları veriyor. Kalp sıkışması ve hipertansiyon tablolarında ifade edilememiş ve bastırılmış öfkeyle bağlantı kurulabiliyor. Bağımsızlık ve sınır koymayla ilgili çatışma yaşayanlarda mide ve bağırsak sistemine ilişkin sorunlar oldukça fazla görülüyor. Yani sorunun kaynağı organlarda olmuyor, organlarla etkileşim içinde olan sinir sisteminde ve ruhsal yapıda oluyor. Bu nedenle ağrı kesicilerin ve diğer ilaçların fiziksel belirtilerle baş etmesi mümkün olmuyor.
TEDAVİ EDİLEBİLİYOR MU?
Kişinin kendine zarar vermesi ve intihara kalkışması gibi olumsuz sonuçlara meyil hazırlayabilecek kadar tehlikeli ve ciddiye alınması gereken bir depresyon çeşidi olan maskeli depresyon da “farkındalık ile erken teşhis” bir hayli önem taşıyor. Maskeli depresyonun tedavisinde, diğer depresyon türlerinde uygulanan tedavi teknikleri kullanılıyor. Terapistler tarafından tedavi edilen maskeli depresyonla başa çıkabilme yolunda ilk hedef, kişinin hayatında ve özellikle ikili ilişkilerinde nelerin eksikliğini hissettiğini bulmaya yönelik oluyor. Bu süreçte kişinin kendisi kadar ikili ilişkileri (cinsel hayatı, davranım biçimi ve iletişimi) de önem taşıyor. Çünkü istemsiz olarak maskelenmeye çalışılan depresyon ikili ilişkilerdeki davranış, tutum ve iletişim değişiklikleri ile daha rahat ortaya çıkabiliyor. İkinci olarak ise depresyonun kişinin hayatına ne kadar girdiği bulunmaya çalışılıyor. Kişi ikili ilişkilerini, ev ve iş hayatını sürdüremeyecek durumda ise ve ağlama nöbetleri oluyorsa psikiyatri uzmanına yönlendirilerek ilaç tedavisine başlanıyor. Psikoterapi ve ilaç tedavisi ile kişinin kendini daha iyi hissetmesine yardımcı olunuyor. Maskeli depresyonun ne kadar zamandır olduğu, kişinin entelektüel yeteneği ve yaşı, cinsiyeti veya çalışıyor olup olmadığı terapinin süresini belirliyor. 

KAYGI (ANKSİYETE) BOZUKLUKLARI

Bir tehlike ya da uyarı sinyali olan “kaygı” aslında herkesin zaman zaman hissettiği normal ve yaygın bir duygu… Diğer bir değişle, dışarıdan zarar gelecek korkusuyla yaşanan ruhsal, zihinsel ve fizyolojik uyarılmaya kaygı adı veriliyor. Kaygı korkudan farklı bir duygu… Belli bir derecede kaygı her zaman insana gerekli oluyor, çünkü bu kaygı kişiyi tedbirli olmaya sevk ediyor. Ancak “savaş veya kaç” olarak tepki verilen kaygı, kişinin günlük hayatındaki işlevselliğini olumsuz yönde etkilemeye başladığı zaman bir sorun olarak kabul ediliyor. Telefonla sürekli tehdit edilen kişinin bazı ruhsal ve fiziksel endişe belirtileri göstermesi gibi, kaygının süresi ve belirtileri, içinde bulunulan stresli duruma uygunluk gösteriyorsa bir bozukluk olarak kabul edilmiyor. “Anksiyete (kaygı) bozukluğu” ise kişinin ruhsal, zihinsel ve bedensel işlevselliğini olumsuz yönde etkileyen, süresi ve belirtileri içinde bulunulan duruma uygunluk göstermeyen çeşitli kaygı durumlarına verilen genel kapsamlı bir tanım… (1) Kişinin kaygıdan dolayı meslek ve aile yaşamında güçlüklerle karşılaşması, (2) arkadaş, komşu, tanıdık ve aile üyeleri ile olan ilişkilerde sorunlar yaşaması, (3) günün büyük bir bölümünde kişinin aklını olumsuz yönde meşgul etmesi, (4) kişinin korku ve kaygılarını kontrol altında bulundurmakta güçlük çekmesi ve (5) bu sorunların en az 6 aydır devam ediyor olması durumlarında kaygı bozukluğundan söz edilebiliyor.
EN SIK GÖRÜLEN KAYGI BOZUKLUKLARI…
Sosyal ortamlarda endişe hissini artıran ve kişinin rahatsızlık duymasına yol açan sosyal kaygı ve sosyal fobi, sınavda performans düşüklüğüne yol açan sınav kaygısı, hastalanma veya kirlenme gibi endişelerle gelişen obsesif bozukluk gibi durumlar kaygı bozukluğu olarak biliniyor. Yani kaygı birden fazla biçimde ortaya çıkabiliyor. En sık görülen kaygı bozuklukları ise; (1) panik bozukluğu ve agorafobi, (2) yaygın anksiyete bozukluğu, (3) özgül fobiler, (4) sosyal fobi, (5) obsesif kompulsif bozukluk veya (6) posttravmatik (travma sonrası) stres bozukluğu şeklinde sıralanabiliyor.
NE TÜR BELİRTİLERİ OLUYOR?
Aşırı sinirlilik, kalp çarpıntısı, gerginlik, yerinde duramama gibi şekillerde kendisini gösteren kaygı bozukluğu kişide bazen sadece hafif bir rahatsızlık şeklinde kendini gösterebiliyor, bazen panik hali, yerinde duramama, nefes alamama belli yerlere gitmekten kaçınma gibi şekillerde ortaya çıkabiliyor, bazen de sınav kaygısı gibi durumlarda sindirim bozuklukları gibi bedensel sorunlara, dikkat eksikliği gibi ruhsal sorunlara yol açarak başarısızlığa yol açabiliyor. Kaygı bozukluklarında endişe, korku, kötü bir haber alacağı beklentisi, sinirlilik, irkilme, aklını kaybedeceği korkusu, gerçek dışılık hissi, dış dünyaya yabancılık hissi, kendi bedenine veya vücudunun bir parçasına yabancılık hissi, kontrolünü kaybetme hissi, ölüm korkusu gibi ruhsal belirtiler ve titreme, ağız kuruluğu, soğuk-sıcak basması, kalp atışında artış, nefes alamama, yutma güçlüğü, baş dönmesi, uyuşukluk, kas ve göğüste ağrı, sindirim sisteminde sorunlar, sık idrara çıkma gibi bedensel belirtiler ortaya çıkabiliyor.
KAYGI BOZUKLUKLARINA NELER YOL AÇABİLİYOR?
Aşırı stres, doğal afetler, büyük kazalar, hastalıklar, uyku bozuklukları ve yeme bozuklukları, cinsel işlev sorunları, yakınlarını kaybetme, sevdiklerinin ölümü, ağır hastalık geçirilmesi, büyük acılar yaşama, sevilmeme ve değerli hissedeme gibi çocukluk travmaları, olumsuz anne baba tutumları, fiziksel ve duygusal şiddete maruz kalma veya şahit olma, aşırı koruyuculuk, fiziksel veya ruhsal istismar veya aşırı baskı kaygı bozukluklarına yol açabiliyor.
TEDAVİSİ MÜMKÜN…

Duygu, düşünce ve davranış kalıplarına bağlı olmayan aşırı kaygı, ruhsal bir bozukluğa dönüşmeden “stresle başa çıkma teknikleri”, “nefes ve gevşeme egzersizleri”, “oto-hipnoz uygulamaları” veya “EFT” gibi doğal yöntemlerle azaltılabiliyor. Kaygı bozuklukları ilaç tedavisi veya psikoterapi ile tedavi edilebiliyor.

18 Haziran 2013 Salı

OBSESİF KOMPÜLSİF BOZUKLUK

Takıntı hastalığı olarak da bilinen obsesif kompülsif bozukluk (OKB) bireyleri döngüsel olan düşünce ve davranışlara hapseder. “Obsesyon” (saplantı veya takıntı) adı verilen takıntılı düşünce, fikir ve dürtüler ile kompulsiyon” (zorlantı) adı verilen yineleyici davranışlar ve zihinsel eylemlerden oluşan ruhsal bir sıkıntıdır. Bu nedenle obsesif kompülsif bozukluk bir anksiyete bozukluğudur. Yani aşırı temizlik, düzenlilik, simetriye önem verme, kapıyı-ocağı kontrol etme gibi çeşitli davranış ve düşüncelerin, kişinin kendisiyle ve çevresiyle ilişkisini bozması derecesine varmasına obsesif  kompulsif bozukluk denir.
OBSESYON NEDİR?
İrade dışı gelen, kişiyi tedirgin eden veya sıkıntı veren, bilinçli bir çaba ile kovulamayan yineleyici düşünceler olan obsesyon, kişinin zihnine girmesine engel olamadığı, zihninden uzaklaştıramadığı düşünce, fikir ve dürtülerdir. Kişinin isteği dışında gelirler, kişi tarafından mantıkdışı olarak değerlendirilirler ve yoğun sıkıntı ve huzursuzluğa yani anksiyeteye neden olurlar. Bu nedenle kişiler bu düşünce ve dürtülerini bastırmaya veya yok saymaya çalışırlar veya bunları bir başka düşünce veya hareketle yani kompulsiyonla gidermeye çalışırlar.
 
KOMPULSİYON NEDİR?
Çoğu kez obsesif düşünceleri kovma veya bu düşüncelerin verdiği sıkıntıyı azaltmak için yapılan ve istemeden yinelenen hareketler olan kompulsiyon ise, abartılıdır, obsesyonların neden olduğu yoğun sıkıntı ve huzursuzluğu azaltmak ya da ortadan kaldırmak üzere yapılan yineleyici davranış ve zihinsel eylemlerdir. Amaçladıkları şeyle aralarında mantıksal bağlantıları yoktur. Örneğin tokalaşmakla ellerinin kirlendiğini düşünen bir kişi sürekli ellerini yıkayabilir. Kişinin elleri yıkanmaktan tahriş olmuştur ve ortada bu derece el yıkamayı gerektirecek bir kirlenme de yoktur. Kişi bu davranışları istem dışı sergiler ve kendine sıkıntı yaratır. Dolayısıyla, obsesif kompulsif bozukluk tam anlamıyla, kişinin kafasında saplantı haline gelmiş düşüncelerin ve dürtülerin yapılması zorunlu olarak algılanması nedeniyle eyleme dökülmesidir. Amaçları herhangi bir zevk veya mutluluk sağlamak değildir.
MANTIK DIŞI OLDUĞUNU BİLİYORLAR…
Obsesyonlar ve kompulsiyonlar kişinin benliğine zarar verir. Obsesif kompülsif bozukluğuna sahip olan kişiler saplantılarının veya takıntılarının her ne kadar manasız ve anlamsız olduğunun farkında olsalar da, bu takıntıları gerçekleştirmekten kendilerini alıkoyamazlar. Belirli bir kurala ve sıraya göre yerine getirilen davranışlar düşüncelere hizmet ederek kişiyi geçici olarak rahatlatmayı amaçlar.
HERKESTE BİR PARÇA OLABİLİR…
Birçok kişinin kapıyı veya ocağı ara sıra kontrol etme, masaya vurma, temizlik, titizlik, düzenlilik, eşya veya para biriktirme, simetriye önem verme gibi çeşitli takıntıları, saçma bulduğu halde o an için yaptığı davranış ve düşünceleri olabilir. Çoğunlukla bunlar önemli bir zaman kaybına veya ciddi bir sıkıntıya neden olmazlar. Ancak, bazı kişiler mantıksız buldukları halde bazı davranış ve düşünceleri tekrar tekrar yapmaya ve sürdürmeye devam ederler. Bu durum önemli oranda zaman ve iş kaybına yol açar, aile hayatını olumsuz etkiler, belirgin bir ruhsal sıkıntı verir ve kişinin hayatını çekilmez bir hale getirir, yaşamla, kendisiyle ve çevresiyle ilişkisini bozmaya başlarsa, bunun ruhsal bir sorun olabileceğini düşünmek gerekir.
 
 BELİRTİLERİ NELER?
Eğer bir kişide, istemsizce saçma olduğuna inandığı halde kafasından atamadığı düşünceleri aklına sürekli olarak getiriyor ve bu düşünceler yaşamında belirgin bir sıkıntıya neden oluyorsa ya da katı bir biçimde uygulanması gerektiğine inanıyor, yapmaktan kendini alıkoyamıyor ve davranışlarını sürekli tekrarlıyorsa obsesif kompülsif bozukluğu var demektir.
Ocağı, arabasının ya da evinin kapısını kapatıp kapatmadığından emin olamayan (obsesyon) bir kişinin, tekrar tekrar kapıları, ocağı kontrol etmesi (kompulsiyon), para ya da herhangi bir eşyaya dokunduğunda elinin kirlendiğini takıntılı şekilde düşünen bir kişinin el yıkama zorlantısı (kompulsiyon) gibi davranışlar obsesif - kompulsif bozukluğa örnektir.
EN ÇOK GÖRÜLEN OBSESYON VE KOMPULSİYONLAR…
1-Temizlik ve titizlik obsesyonları
Obsesif kompulsif bozukluğunda en sık gözlemlenen belirtilerden biri, kişinin hastalık kapacağı düşüncesiyle sürekli olarak elini yıkama ihtiyacı hissetmesidir. Aslında dokunduğu her şeyden mikrop bulaşacağı düşünceleriyle boğuşup dururlar. Bu nedenle, kişi önce ellerini sürekli yıkamaya başlar ve ilerleyen zamanlarda, eğer tedavi edilmezse, kapıları mendillerle ya da dirseği ile açmaya devam eder ve bir zaman sonra telefon kullanamaz ve para tutamaz hale gelebilir. Bu davranış bozukluklarını çevresinden de beklemeye başlayan kişi, evine gelenlerin banyoya gidip temizlenmesini bile isteyebilir. Bunun ileri boyutunda olan kişi hastalık kaptığı şüphesi ile sürekli olarak doktor kontrollerine gider ve kan testleri yaptırmaya başlar. Sonuçların negatif olduğunu görmek ikna edici olmayacağı gibi sağlık kontrollerini sıklaştırmaya başlar. Temizlik ve titizlik obsesyonları olan kişiler genellikle mikropların, kirin, tükürüğün, nefesin, idrarın, dışkının üzerlerine bulaşmasından korkarlar. Saatlerce kendilerini veya vücutlarının bir kısmını yıkayarak, kendilerini korktukları şeyin “bulaşmasından” korumaya çalışırlar. Kendilerine bir şey bulaştıracağını düşündükleri her şeyden kaçarlar, çevrelerindeki her şeyin KİRLİ ve PİS olduğunu düşünürler. Temizlenmediği kaygısıyla saatlerce ve tekrar tekrar ev temizliği yaparlar.
2-Şüphe ve kontrol obsesyonları 
Şüphecilik herhangi bir unutkanlık değildir. Yapılan davranışı yapıp yapmadığını kontrol etme ihtiyacından kaynaklanan, emin olamama ve KONTROL ETME durumudur. Ocağı, şofbeni, doğalgazı, suyu, elektriği, çamaşır makinesini açık bırakıp bırakmadığını, kapıyı ve arabayı kilitleyip kilitlemediğini sürekli olarak kontrol eden kişiler buna birer örnektir. Böyle bir kişi doğalgazı kapatmış olsa dahi, kapattığından emin olamaz ve defalarca vanayı kontrol etmek zorunda kalır.
3-Düzen ve simetri obsesyonları
İç dünyaları karmakarışık olan bu kişiler iç dünyalarını düzene sokamadıkları için, dış dünyayı ve dış dünyadaki her şeyi tamamen doğru bir şekilde düzenlemeye çalışırlar. Kendilerine ait bir düzen kurarlar, birilerinin bu düzeni bozmasına, eşyalarına dokunmasına veya karıştırmasına aşırı tepki ve direnç gösterirler. Düzenlerini devam ettirmek için kendilerini yer ve bitirirler. Bu obsesyonlar, sehpaların üzerinde bulunan örtülerin sehpanın tam ortasında durmasına özen gösterme, halının saçaklarından ters dönenler varsa düzeltmeden duramama şeklinde kendini gösterebilir.
4-Saldırganlık veya zarar verme obsesyonları
Çocuğuna veya sevdiği birisine zarar verme şeklinde hayaller bu tür obsesyonlara örnek verilebilir. Bu kişiler asla yapmasalar bile, yapmayacaklarını bilseler bile çocuklarına ve sevdikleri kişilere zarar vermekten çok korkarlar ve bu düşünceyi zihinlerinden atamazlar. Dayanılmaz olan bu korkuları hafifletebilmek için salonun ışığını 3 kez açıp kapamak gibi şeyleri “doğru sayıda ve belli bir düzende yapmak” zorunda hissederler. Böylece, mantık dışı olduğunu bilseler bile, kendilerini, çocuklarını veya sevdiklerini hayali bir tehlikeden koruduklarına inanırlar.
5-Dini obsesyonlar
Özellikle dini ritüelleri yoğun yaşayan kişilerde sık görülen bir obsesyon türüdür ve çoğunlukla ibadet yaparken zihne gelirler. Kişi kendini inanç ve görüşlerine tam karşıt bir biçimde ve çok yoğun sıkıntı yaratacak şekilde dini içerikli takıntılı düşünceleri zihninden atamaz. Aklına, istemediği halde, tanrıya küfür düşünceleri gelir. Suçluluk ve günahkarlık duygusuyla bu düşüncelerini zihninden atmak için 100’den geriye sayıları üçer üçer sayarak sıkıntısını hafifletmeye çalışabilir, duaları daha fazla tekrarlayabilir ve daha çok ibadet edebilirler. Örnek olarak namaz kılan bir kişi tam başını secdeye koyduğunda “Allah’ın varlığından kuşku duyma” şeklinde takıntılı düşünceleri istemeden  zihnine getirebilir.
6-Sayma obsesyonları
Sayma takıntısı, herhangi bir günlük aktivite belirli bir sayıya kadar sayılmadan yapılırsa, o gün işlerin rast gitmeyeceğini düşünerek, sayma davranışında bulunmaktır. Bu nedenle düşündükleri ya da gördükleri sayıları saymaktan kendilerini alamazlar. Kaldırım çizgilerini, elektrik direklerini, otomobilleri, evlerin numaralarını, apartmanların kaç kat olduğunu sayarlar. Belli sayılar iyi ve uğurlu, belli sayılar kötü ve uğursuzdur. Kötü ve uğursuz sayı akla gelince hemen iyi ve uğurlu bir sayıyla yer değiştirilmeye çalışılır.
7-Biriktirme obsesyonları
Sık görülen kompulsiyon türlerinden biridir. Kişi “ileride gerekli olabilir” şeklinde bir düşünce ile eski gazeteler, hediyelerin ambalajları gibi gerekli olmayacak eşyaları biriktirebilir, saklayabilir.
8-Cinsel içerikli obsesyonlar
Kişinin kendine, yaşına ve toplumdaki yerine hiç yakıştıramadığı bir biçimde tekrarlayan pornografik görüntüler şeklinde cinsel içerikli hayaller bu tür obsesyonlara örnek verilebilir. Dini inançları kuvvetli bir erkeğin, çevresindeki tüm kadınlara ilişkin cinsel içerikli hayaller kurmaktan kendini alamaması, bu hayalleri zihninden bir türlü uzaklaştıramaması ve çok rahatsızlık duyması hayatını çekilmez bir hale getirebilir.
9-Dokunma obsesyonları
Bazı davranışları yapmadan önce kendilerince önemsedikleri bir eşyaya dokunma gereksinimi duyma şeklinde kendini gösteren kompulsiyonlardır. Örneğin kişi sabahları işine giderken oturma odasında duran ve içinde mutlu bir aile fotoğrafı bulunan çerçeveye dokunmadan çıkarsa, ailesini ilgilendiren olumsuz bir olay ile karşı karşıya kalabileceğinden endişe duyup, geri dönüp yeniden dokunma gereksinimi duyabilir.
10-Batıl itikat obsesyonları
Merdiven altından geçmemek, çocukların üstünden atlayıp geçmemek, evden sağ ayakla çıkmak, yatağın sol tarafından kalkmamak gibi, çoğu kişinin kültürel özelliklerinin bir parçası olarak bazı inanışları, davranışları, uğurlu ya da uğursuz saydığı sayı ve renkleri olabilir. Bu itikatların günlük yaşam aktivitelerini engelleyecek ya da günlük işlevleri kısıtlayacak kadar sık ve yoğun olması durumudur.
 
TEDAVİSİNDE NELER YAPILIYOR?
Obsesif kompülsif bozukluğuna en iyi tedavi yöntemi terapinin yanında uygulanan ilaç tedavisidir. Terapinin hedefi, obsesif-kompülsif bozukluğu olan kişilerin ritüellerini gerçekleştirmeden, korkularıyla yüz yüze gelmelerini ve anksiyetenin azaltılmasını sağlamaktır. Bilişsel terapi, obsesif kompülsif bozukluğu olanlarda sıkça görülen abartılmış ve felaketler içeren düşünceleri azaltmaya odaklanır. Terapide önce gevşeme egzersizleri ile başlayan tedavi, davranışçı tekniklerle yani bireyin rahatsız olduğu düşünce ve davranışlar listelenerek devam edilir.  Ardından yüzleşme süreci başlar ve rahatsız olunan düşünce ve davranışların giderek azaltılması sağlanır. Her ruhsal sıkıntıda olduğu gibi obsesif kompülsif bozuklukta da erken teşhis tedavi süresini kısaltmaktadır. Danışanlar tedavi süreci sonunda normale yakın yaşam sürebilirler. Sıkıntılar azaldıktan sonra devam eden ilaçlar eşliğinde doktor kontrolü sürmelidir. Çünkü uzun süreli ve zamanla iyileşme dönemleri gösterebilen bir sıkıntıdır. 

26 Mayıs 2013 Pazar

TÜKENMİŞLİK SENDROMU

Geçmiş olan dünden hiç yâd etme, yarın da gelmemişken feryat etme, düşünme geleceği de geçmişi de, şimdi şen ol da yaşamı berbat etme…”
Ömer Hayyam

“Kendinizi sürekli yorgun, halsiz, bitkin ve tükenmiş mi hissediyorsunuz?”, “Artık canınız sevişmek veya seks yapmak istemiyor mu?”, “Yaşam enerjinizin hızla tükendiğini mi fark ettiniz?”, “Belli bir nedeni olmaksızın kendinizi huzursuz, sabırsız ve mutsuz mu hissediyorsunuz?”, “Üzerinizde çok yoğun bir baskı olduğunu mu düşünüyorsunuz?” Tüm bu sorulara “Evet!” yanıtı veriyorsanız tükenmişlik sendromu yaşıyor olabilirsiniz… Kendini tekrarlayan mesleklerde oldukça sık rastlanan tükenmişlik sendromu, daha çok yoğun çalışan, az dinlenen, tüm yaşam enerjisini iş hayatına aktaran, başka alanlarda duygusal ve bedensel beslenmeyi göz ardı eden, sosyal yaşamı güçlü olmayan, kendine vakit ayırmayan, aşırı hırslı ve başarı odaklı kişilerde görülen oldukça rahatsız edici bir durumdur. İş kaybından aile içi ilişki sorunlarına, psikosomatik hastalıklardan alkol, madde veya sigara kullanımına, uykusuzluk ve depresyon gibi ruhsal hastalıklardan cinsel sorunlara kadar uzanan çok çeşitli ciddi durumlara zemin hazırlayan tükenmişlik sendromu; (1) yaşam enerjisinde azalma, yorgunluk ve bitkinlik, (2) cinsel isteksizlik, (3) unutkanlık, dikkat eksikliği, algılama eksikliği, öğrenme ve ezberleme zorlukları gibi konsantrasyon ve motivasyon eksiklikleri, (4) diğerlerine karşı negatif tutum takınma(5) aktif olarak diğerlerinden geri çekilme ve yalnızlaşma, (6) işe geç gelme veya işi bırakma, (7) hayal kırıklığı ve ümitsizlik, (8) tahammülsüzlük, kronik sinirlilik hali ve çabuk öfkelenme, (9) huzursuzluk, umursamazlık ve sabırsızlık, (10) yetersizlik ve değersizlik algısı, (11) boşluk ve anlamsızlık hissi, (12) baş, boyun, bel ve sırt ağrıları gibi psikosomatik belirtiler ile kendini gösterebiliyor.
 
TÜKENMİŞLİK SENDROMU, YAŞAM ENERJİSİNDE TÜKENME HALİDİR!
“Yaşam enerjisinde tükenme hâli” olarak tanımlanabilen tükenmişlik sendromu; insanın tüm yaşamına yayılabilen ruhsal ve duygusal bir durumdur. İnsanın doğasına uygun yaşamayı reddedip, çok büyük idealler ve hedeflerle temel insani ihtiyaçları arasında sıkışıp kaldığında, kendine, ruhuna ve bedenine kötü davrandığında veya bir şekilde kendine yalan söylediği durumlarda ortaya çıkabiliyor.

SIKLIKLA DEPRESYONLA KARIŞTIRILIYOR…
Ruhsal bir bozukluk veya bir hastalık olarak görülmemesi gereken tükenmişlik sendromu, sıklıkla depresyonla karıştırılıyor. Ancak depresyondan farklı olarak tükenmişlik sendromunda kişi yaşadığı ortamdan uzaklaşıp farklı bir ortama geçtiğinde duygulanımı kolaylıkla değişebiliyor ve sıkıntıya düşen yaşamsal fonksiyonları normale dönebiliyor.

HAYATLA KAVGA ETMEYİN, KEYİFLE YAŞAYIN…
Tükenmişlik sendromuna yakalanmamak için kişi kendisine ve yaşamına pozitif bakmalı, öncelikle ruhunu beslemeli, stres oluşturan durumlardan uzaklaşmalı ve her ne yapıyorsa yapsın yaşamdan keyif almayı öncelikli olarak görmelidir. Sevilmek, değerli olmak, önemsenmek, dinlenmek, spor yapmak, seyahat etmek ve hafta sonu tatili gibi değişiklikler yapmak, dostlarla keyifli vakitler geçirmek, sevişmek, düzenli beslenmek, destekleyici vitaminler kullanmak gibi ruhsal ve bedensel ihtiyaçlarını karşılamayı kişi asla ihmal etmeden, yaşamla kavga halinde olmadan, sosyal ilişkilerini canlı tutmalı ve hayatını keyifle yaşamalıdır. Ayrıca kişi kendi hayatına dışarıdan bakmayı öğrenmeli, yaptıklarının hangilerini eleyebileceğine ve hangi işleri devredebileceğine karar vermelidir. “Ne kadar az insan, ne kadar az eşya o kadar huzur ve mutluluk!” felsefesiyle kişi yüklerinden kurtulmalı, hem kendisinden hem de başkalarından olan beklentilerini en aza indirmelidir. Bunların işe yaramaması durumunda kişi psikoterapiye başvurulabilir.